Ceren seni biraz tanıyabilir miyiz?
Ben İzmirliyim, Bilkent Üniversitesi ve Hacettepe’de aynı anda okudum. Staj yaptığım yer İstanbul’da bir pozisyon önerince başladı buradaki maceram. Hep çok çalışmayı sevdim ve her işe koşturdum. Özellikle müdürlerim rutinin dışında bir iş yapılacağı zaman işi direkt bana verirlerdi, Doluca Şarapları’nda ürün eğitimleri vermeye başladım. Aynı anda Bahçeşehir Üniversitesi’nde İngilizce İşletme Masterı yapıyordum. Böylece gastronomi yolculuğu başladı benim için. Hem pazarlama hem gastronomi iki sevdiğim alandı. 12 senelik iş tecrübemin 5 senesi boyunca Arkas Holding gibi kurumsal bir firmada çalıştım. Burada Vedat Milor’la birlikte proje yönetebilme şansım oldu. Ondan çok şey öğrendim. Beni heyecanlandıran iş geliştirme tarafı olmaya başladı. Bu sırada LVMH Group, Moet Hennessy firması, Türkiye’de ofis açtı, hayallerimin şirketiydi; ancak ciddi bir pazarlığa oturdum. O güne kadar çok önemli iş ortaklıkları yapmıştım ve sektör tecrübemi akademik anlamda besleyerek ilerlemeyi başardığımı düşünüyordum. Yaklaşık üç ay süren görüşmelerin sonunda iş geliştirme müdürü olarak başladım çalışmaya… Kurumsal hayatta beni tanıyanlar girişimci bir karaktere sahip olduğumu ve kendi işimi kurmam gerektiğini söylerlerdi. Çünkü yeni açılan bir departman, ilk kez Türkiye’ye gelen bir ürün… gibi belirsizliklerin çok, zorlukların yüksek olduğu bir iş oldu mu kendimi orada bulur, bu kaos’tan düzen yaratmayı hedef edinirdim. Bir gün Vedat Bey’in Burgazada’daki evinde otururken ona bir mobil uygulama önerisi ile gittim. Beni kırmadı ve startup yolculuğuna da böyle çıkmış oldum.
2018’in ocak ayında 500 Startups’ın Female Founder Pitch eventine katılmaya hak kazanınca atladım gittim. Orada bu işleri nasıl yapıyorlar merak ediyordum. Bu yolculukla fark ettim ki hantallık yok bu düzende. Hatta her şey başta el emeği, kurumsalın aksine… Bir labirentte gibisin aslında. Bir engel çıkıyor, onu nasıl çözerim diye uğraşıyorsun. Oradan geçebilir miyim, buradan geçebilir miyim, bir bakıyorsun kapı yok, geri dönüp başka yol arıyorsun. Ufak pivotlarla labirentin içinden çıkış yolunu bulduğunda yeni bir labirent geliyor önüne… İç içe geçmiş bir puzzle’ın bütünü sanki. Çok keyifli; ama bir o kadar da zor. Daha önce markası, titre, maaşı, arkadaşlıkları son derece güzel bir şeyi bırakıp bu kadar belirsizliğin içine atlamak pek kolay olmadı kısaca. Tabii ki ilk başarısızlığım ile hızlı yüzleşmek bu işlerin kurumsal hayattan çok farklı olduğunu da öğretmiş oldu bana. Yeni bir proje arayışına girdim ve özellikle tanışma fırsatı bulduğum, tüm kitaplarını okuduğum Guy Kawasaki’den etkilenerek Pabbler’ı kurmaya karar verdim. Diğer projedeki ekip arkadaşlarım ile birlikte bu yeni yolculuğa çıkarken kurumsal hayatta edindiğim tecrübe, network ve bilgimi girişim ekosisteminin dinamiklerine göre uygulama kararı aldık.
Hep ekosistem hakkında mı okuyorsun?
Ağırlıklı olarak ekosistem hakkında okuyorum. Bunun dışında beynimizin çalışma mantığını anlatan ya da zamanın boyutları hakkındaki kitaplar ilgimi çekiyor. Hangi kitabı ne zaman okuman gerektiğini bilmek de çok önemli. Mesela Onur Kutlu Gago’nun bir sunumunda startup’a başlarken okunması gereken iki kitap arasında gösterdiği “Founders’s Dilemma” ve Robert Kiyosaki’nin Rich Dad, Poor Dad, kitapları ile tanıştım. Hakikaten o zamana kadar okuduğum Chaos Monkeys, Blue Oceanshift, Hard Thing about Hard Things gibi önemli kitaplardan edindiklerimden çok fazlasını buldum bu iki kitapta; çünkü tam da bulunduğum durumları anlatıyordu ikisi de. İçselleştirerek okumak beni çok besliyor. Bir kitabı okumuş olmak için okumuyorum, merak ettiğim için okuyorum. Daha çok postmodernist yazarları tercih ediyorum. Emre Alkin ve Yalın Alpay’ın çıkardığı bir kitapta hikayemin yayınlanmasının nedeninin çok okumama bağlı olduğunu söylemişti editörümüz. Sadece kitaplara gömülmek de pek yeterli değil. Mutlaka hatalardan ders almayı hedefliyorum. Mesela Fuck Up Nights gibi çok güzel bir organizasyon var Türkiye’de de düzenlenen, bence bu çok önemli; çünkü hatalardan ne kadar çok öğrenirsen o kadar çok ders almış oluyorsun. Kendi projende bunları dikkate alarak ilerliyorsun. Hikayesini yine kitaplardan edindiğimiz bir startup’ımız var. Seyahat edenlerle, yurtdışında bulunan çeşitli ürünleri getiren bir girişim, ismi Pabbler. Pabbler’ı, Hansel ve Grethel’in evlerinin yolunu bulmak için yola bıraktıkları çakıl taşlarından (pebble) esinlenerek koyduk. Yani Pabbler’lar getirdikleri her ürün ile insanların hayatlarında iz bırakıyorlar. İsmimizin markamızla ve hedeflerimizle çok örtüştüğünü düşünüyoruz. Biz şu an MVP aşamasındayız. Dolayısıyla bu aşamada çok hata ile karşılaşmak istiyoruz. Yine de günde 17-18 saat çalışırken kitap okumaya ve spora zaman ayırmadan edemiyoruz.
Bir Kuluçka Merkezi Maceran var, İTÜ Çekirdek, burası sana neler öğretti?
Bence ekosistemdeki tüm platformlar çok değerli; ama bir yere başlamadan önce çok iyi araştırmak gerek. Hangi aşamada, nereye başvurduğunun ve ne amacın olduğunu bilerek ilerlemek önemli. Benim en büyük şansım bu ekosisteme İTÜ Çekirdek’le girmek oldu. 11.000 kişinin katıldığı 2017 Big Bang yarışmasında ilk 70’e girdim; ama sahneye çıkamadım, projem yürümedi, çok hata yaptım, yine de bana çok şey öğretti. ITÜ Çekirdek 2018 yılı başında dünyadaki en iyi 3. kuluçka merkezi seçildi. Kesinlikle hak ediyor. Öncelikle mentorluk ağı çok geniş ve gerçekten çok şey öğretiyorlar. Bunun dışında startup’lar birbirine çok destek oluyor. Örneğin benim ilk landing page’imi “Evdemimar.com” ekibinden Barış yaptı. Baktı ben “Udemy”den aldığım wordpress eğitimi ile bu işi yapamayacağım… Çok ciddi bir network paylaşımı var ve başarısız bile olsan sağladığı imkanlar ile tekrar başlamaman için bir sebep yok. Dolayısıyla, İTÜ Çekirdek kesinlikle çok doğru bir adres. Ben oradan ödülle çıkamadım ve o proje artık yok; ama beni çok hızlı bir şekilde ekosistemin içine alıştırdı ve tüm kaynakları ile çok besledi. Bu sıra sık karşılaştığım bir şey; ‘çok çalışmak istemiyorum, bir startup’ım olsun’ diyenler. İtü Çekirdek gibi kuluçka merkezleri zorlayan yerler. Gerek yarışmaları, gerek sunumları, gerek yazılı- basılı bekledikleri… Bir yandan işlerini yaparken diğer yandan kuluçka yarışmalarının beklentilerini aynı anda yürütebilmek pek kolay değil. Yani pek toz pembe anlatmayalım, ciddi bir disiplin ile çalışmak şart İTÜ Çekirdek’te ilerlemek için. Bu yeni projemiz ile global programlarda olmayı hedefliyoruz; ITU Innogate, YCombinator, Founder Institute gibi…
Bu ekosistemde fark ettiğin en önemli şey ne veya neler oldu?
Türkiye’de fark ettiğim şey madalyonun iki yüzünün olduğu. Bir, sen ne kadar verirsen o kadar alıyorsun. Dolayısıyla çok çalışmak gerek. Ben kurumsalda çalışırken de paylaşımcı biriydim ve gelecekte de paylaşmanın öneminin artacağını düşünüyorum ve bu yüzden paylaşım ekonomisine dayanan bir işe girdim. Paylaşırsan geri geliyor. Tabii ki kimle paylaştığın çok önemli. İşte o da aynanın diğer yüzü. Bu dönemde negatif şeylerle de karşılaştım. Kısa süredir bu ekosistemin içinde olmama rağmen, birçok kişinin ‘fikrinin çalınmasından’ korktuğu için projeleri ile ilgili pazar araştırması yapmaktan çekindiklerini gördüm. Fikirden daha önemli olanın o işi yürütmek olduğunu düşünüyorum. Çünkü yaparken ruhunu katıyorsun ve senin bir parçan oluyor aslında yaptığın iş. Herkesin yoğurt yiyişi de farklı olduğu için aynı fikrin birçok versiyonunun olabileceğine inanıyorum.
Türkiye ve globaldeki en büyük fark ego savaşları sanırım. Ben 35 yaşındayım; 23 yaşında mentorum oldu. Bu çok doğru bir şeydi bence. İki startup batırmıştı, biri çok iyi bir yere gelmişti. Kardeşimin arkadaşlarından çok şey öğrendim. Aramızda 10 yaş var. Kimden ne öğreneceğini bilemezsin; o yüzden her şeye açık olmalı, herkesle fikrini paylaşmalısın. Yurt dışından en büyük farkımız bu bence. Biz test edemiyoruz. Yavaş kalıyoruz. Biri ürünümüzü, fikrimizi çalacak diye temkinli gitmek isterken işi test edemiyoruz. Hakikaten bir buluşsa yaptığı patentini almalı, hiç olmuyorsa NDA imzalatmalı; ama aksi durumların hepsinde ne kadar çok kişiyle konuşursa, o kadar göremediği pencerelerden bakma fırsatı yakalıyor insan. Özellikle, işin ilk aşamalarında.
Fark ettiğim diğer bir şey de ‘ben yaptım oldu’ demeyi seviyoruz. Oysaki bir girişimci kendi pazarını çok iyi bilmeli, metriklerine hakim olmalı, o sektörde dünya nereye gidiyor, pazarın lideri olsaydı nasıl davranırdı, takip eden segmentinde hangi stratejiler ile ilerlemeli çalışmak lazım.
Mentorlar dışarıdan bakarak çok güzel yorumlarda bulunuyorlar, ancak girişimci projesinin özünü bilerek kendisine yarayacak olanları seçip almalı tüm yorumlar arasından. Mentorun dediği her şeyi yapmaya çalışmak da pek doğru bir şey değil. Yani kısacası ikisinin arasını bulmak lazım.
Türkiye’de girişimciliğin avantajları ve dezavantajları nelerdir sence?
Benim yurt dışında bu sektör ile ilgili çok eski bir deneyimim yok; ben kısa bir sürede kompres edilmiş bir program yaptım. Ama Türkiye’nin global karşısındaki avantaj ve dezavantajlarını yaşadığım birkaç şey ile özetlemeye çalışayım. Yurt dışında Türkiye’ye göre her şey daha hızlı ilerliyor benim gözlemlediğim. Hatta bir toplantımda mentorlardan biri, ‘bir yıllık vizyonunu bir ayda yapabilir misin, bir haftada teste çık’ demişti. Bu benim kulağıma küpe oldu. Tüm startuplara da aynı şeyi öneriyorum, çünkü bizim en büyük avantajımız pazarda yaptığımız testlerin makul fiyatla ölçümlenebiliyor olması. Büyük firmaların testlerini bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde yapmasının sebeplerinden biri de bu. Biz Pabbler’ı kuralı iki ay oldu ve haftalık tekrar eden müşterilerimiz var, organik olarak büyüyoruz ve maksimum seviyede test ediyoruz. Çok iyi yazılımcılarımız var. Türkiye’den bir çoğunu yurt dışına kaptırıyoruz gördüğüm kadarı ile… Avantajın dezavantaja dönüştüğü bir durum mesela bu. Ekip içinde stock option, vesting gibi motive edici hisse paylaşımlarını çok doğru buluyorum. Başlarken hisseyi ayırmak çok önemli bence. Türkiye’nin avantajlarından biri de bu. Yatırımcılar gerek vizyonları gerek önceki tecrübeleri ile girişimcileri çok güzel yönlendiriyorlar. Gelecekteki hisse erimleri karşısında nasıl ilerlemek gerektiğini çok iyi bilen, deneyimli yatırımcı grupları var GBA gibi…
Yakın zamanda Silikon Vadisi’ndeydin. Orada neler öğrendin, neler deneyimledin? Türkiye ile kıyaslandığında ne gibi farklar gözlemledin?
Orada şunu fark ettim, birincisi çok hızlılar. Bunu daha önce de söylemiştim. Ama benim en etkilendiğim şey bu oldu. İkincisi, bir şey söylüyorlarsa yapıyorlar, sonuna kadar işlerini takip ediyorlar. Bizim biraz eksik olan yönümüz bu. Benim kurumsal hayatta en çok dikkat ettiğim şeydi iş takibi yapan tedarikçiler ile çalışmak. Kendi hayatımda da bunu hep uygularım. Çünkü bir şeyi takip etmediğin sürece sonuca gidemiyorsun. Amerika’ya gitmeden önce burada iyi bir planlama yaptım ve görüşmek istediğim kişiler ile toplantıları önceden organize ettim. Benim buradaki arkadaşlara tavsiyem de bu. Oraya gittiğinizde her şeyi, kiminle nerede oturup çay içeceğinize kadar biliyor olduğunuz bir programa sahip olun. Çünkü genel olarak insanların kaybedecekleri fazla zamanları yok. Karşınıza çıkabilecek problemlere esnek davranabilmek için öngörümler yapmanız lazım. Buradan randevu almaya çalıştığım ve yaklaşık 12 tane mail attığım, bana 12. mail de geri dönüş yapan insanlar oldu yani pes etmemek gerektiğini öğrendim. Eğer zaten negatifse, olumsuz olarak dönüyorlar. Benim buna vaktim yok yazıyorlar örneğin. Ama kimden neyi bekliyoruz, bunu çok iyi analiz etmek lazım. Yani gitmeden önce, görüşmeden önce o kişi kim ve bana ne verebilir, ben bu görüşmeden ne alabilirim bunun belirlenmesi lazım. Çünkü size vakit ayıran insanlar da aslında sizin uzun vadede mentorunuz olup olmayacaklarına o sürede karar veriyorlar. Siz daha o kişiden ne beklemeniz gerektiğini bilmiyorsanız bu her ikiniz içinde zaman kaybından başka bir şey olmuyor. Guy Kawasaki ile tanışma şansı yakaladığımdan bahsetmiştim, çok kıymetli bir vizyonu olduğunu düşünüyorum. Bana sadece bir buçuk dakika ayırdı ama şu an yaptığım işin çok önemli bir parçasını kendisi koydu. Bir de ‘Sen kimsin, deneyimlerin neler?’ Yani ‘sana bu vakti niye ayırayım?’ diye sorduklarında da kendini iyi tanımak lazım. Benim açımdan on iki yıllık kurumsal tecrübemin ve referanslarım büyük faydası oldu.
Oraya yatırım için veya işini geliştirmek için gidenlere neler tavsiye edersin?
Öncelikle ürünlerinin hangi aşamada olduğunu ve ne amaçla gittiklerini çok iyi biliyor olmaları lazım. Tüm plan bunun üzerine kurulmalı bence. Yani yatırım arıyorlarsa hangi yatırımcılarla görüşmeyi hedefliyorlar, bu yatırımcılara hangi platformlardan ulaşabilirler, alabiliyorlarsa önceden randevu almak işe biraz hız kazandırıyor benim gözlemlediğim kadarı ile. Gidilecek ülkeye ait Meetup, Eventbright gibi değerli platformlardaki etkinlikleri takip etmenin faydasını da ben çok gördüm. Yani bu platformlarda daha hedeflediğim ülkeye gitmeden kendimi o ülkede gösterip hangi aktivitelere katılabilirim, bu organizasyonlara kimler katılıyor tek tek Linkedin’den bakarak özenle seçip kayıt oldum açıkçası. Orada yarış çok farklı bir boyutta, örneğin; benim katıldığım yarışmada benden önce sunum yapan kişi ML ile dokuz milyon resmi taradıklarından ve ürünlerinin doğruluk payının %97 civarında olduğundan bahsediyordu. Yani kimlerle rekabet ettiklerini de iyi araştırmalarını öneririm. Rakiplerinizden farkınızın ne olduğuna hakim olmak çok önemli. Ayrıca işini geliştirmek isteyenlere en büyük tavsiyem ilk görüşmelerini ‘hangouts’ ya da ‘skype’ ile gerçekleştirip işi sonuca bağlama sürecinde gerekiyorsa hedefledikleri ülkeye gitmeleri yönünde olacak. Özellikle başlangıç aşamasında kaynakları doğru kullanmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bir de gözlemlediğim kadarı ile San Fransisco’da yatırımcıların bir kısmı sektörel anlamda uzmanlaşarak ilerliyorlar. Örneğin bizim şu anda görüştüğümüz potansiyel yatırımcı grubu sadece lojistik konusuna odaklı ve bu alanda yatırımlarını gerçekleştiriyor. Bu tür yatırım gruplarını öncelik olarak belirlemek, yatırımcının sektör deneyiminin de etkisi ile birlikte çok daha büyük katkılar sağlayabilir.
Peki sence bu süreçte melek yatırım çok gerekli mi? Ne düşünüyorsun bu konuda?
Benim yatırım süreçleri ile ilgili tecrübem kurumsal bir şirketin birleşme ve devralması kısmı ile sınırlı. Erken aşama ile ilgili henüz bir tecrübem yok dolayısıyla genel gözlemlerimi paylaşabilirim. Melek yatırımcı denildiği zaman akla salt ‘paranın’ geliyor olmasını doğru bulmuyorum. Bir melek yatırımcı, tecrübesi ve network’ü ile de çok kıymetli katkıda bulunabilir. Yani çarkı döndürmek için bir bütçe gerekli katılıyorum; ama sadece yatırım tutarı sebebi ile bir melek ile anlaşmayı pek pozitif görmüyorum. Melek yatırımcının kısa, orta vadedeki vizyonu ve refleksleri girişimcinin başarısını doğrudan etkileyen en önemli unsurlardan. Tabii melek yatırım gerekliliği biraz start-up’ın stratejisine ve dinamiklerine de bağlı. Yani melek yatırımı bir kaldıraç olarak kullanabiliyorsa girişimci ve melek yatırımcı da yatırımını değerlendirebildiğini düşüyorsa ‘kazan-kazan’ ilişkisi ile çok güzel örnekler doğabiliyor.
Şimdi de biraz yaratıcılık kısmına geçelim. Nelerden ilham alıyorsun, yaratıcılığını ne besliyor?
Araştırmayı çok seviyorum. Çok fazla kitap okuyorum. Geniş bir arkadaş çevrem var ve hepsinin uzmanlık alanları birbirinden farklı. Onlarla keyifli zamanlarda sohbet edebilme imkanım oluyor ve güncel hayatımda bunun etkisini çok görüyorum. Kendimi ve ekibi geliştirici çeşitli zorluklar koyduğum oluyor. Örneğin takıma yeni bir arkadaşımız katıldı, hemen bir buddy’lik oluşturuyorum ya da koordinasyon konusunda daha iyi olabiliriz diyip basketbol takımı kuralım gibi fikirlerle çıkabiliyorum. Ama bizde zorlama yok, hep keyifle çalışıyoruz. 6 tane stajyerimiz var, her biri bir arkadaşını getirmeye başladı ve hem öğrendiğimiz hem işimizi severek büyüttüğümüz bir organizasyon kurma konusunda güzel adımlar atıyoruz. Ayrıca mesela uzun mesafede kaynakları doğru kullanmayı 10K koşularına başlayınca daha iyi öğrendimi fark ettim. Küçükken iyi bir kısa mesafe koşucusuydum ve uzun mesafe koşma ile bunun birbirinden ne kadar farklı iki şey olduğunu deneyimlemeye başlayınca anladım. Dolayısı ile bence en önemlisi denemek. Farklı hobiler vizyon geliştiriyor bence. Örneğin klasik otomobil yarışlarında hem co-pilotluk hem pilotluk yapma fırsatı buldum. 1966 model bir Mustang kullanma fırsatı yakalayınca ilham da kendiliğinden geliyor sanırım. Fırsatları iyi değerlendirme cesareti de yaratıcılığın önemli bir parçası diye düşünüyorum.
Biraz da Galata Business Angeles’dan konuşalım. Sence GBA girişimcilik ekosistemine ne katıyor? Faydalarını görüyor musun? Ve melek yatırımcılığı nasıl temsil ediyor?
Bir kere bu işi Türkiye’de ilk başlatan yatırım gruplarından birisi Galata Business Angels ve bence bu çok değerli. Ayrıca bildiğim kadarı ile ‘European Business Angels Network’ ve ‘Global Business Angels Network’ gibi uluslararası ağların da bir parçası durumunda. Yani milletlerarası bir girişim hedefi olan arkadaşlarımızın mutlaka gelip kendilerini tanıtmaları gereken bir yatırım ağı olduklarını düşünüyorum. Kolektif House ve İTÜ’de yaptığım sunumların sonrasında feedback aldığım önemli yatırımcılar arasında GBA’nın portfolyosuna yatırım yapan çok kıymetli isimler bulunuyor. Bu kadar değerli kişileri bir yatırım ağında ahenk içinde tutabiliyor olmak da Ata Bey ve sizin sırrınız herhalde. GBA’nın bir önemli yanı da temel seviyedeyken de ilerleme aşamasında da çok şey öğrenebileceğiniz mentorluk aktivitesi. Tüm yatırım ağları gibi GBA’nın da Türk girişimlerine melek yatırımları, mentorluk ve know how paylaşımları ile katkısı çok kıymetli.