Türkiye’nin İlk Melek Yatırım Ağı

Girişimlere Kucak Açan Ekosistem: Şili

Şili e1609263166268 blackwhite

Okan seni önce bir tanıyalım, hikayen nedir? Kuruculuğunu yaptığın Nörolize nasıl kuruldu?

Adım Okan, Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü 2012 mezunuyum. Nöropazarlama ile 2011’de ABD’ye exchange’e gittiğimde tanıştım. Mezun olduktan sonra TeknoGirişim sermaye desteği başlamıştı. Biz de bir denemeye karar verdik; çünkü nöropazarlama alanı çok ilgimi çekiyordu. Türkiye’de bu anlamda çalışan pek az kişi vardı. Biz de 3 yakın arkadaş olarak bir araya geldik. Çok uzun yıllardır hem yakın arkadaşım hem de seri bir girişimci olan Çağlar, bir de Türkiye’de bu alanı bilen, bu alanda iyi olan sayılı insanlardan biri Tuna Çakar’la yola çıktım. Teknogirişim sermaye desteğine baş vurduk ve desteği aldık. Mart 2013’te şirketi kurduk. Amacımız aslında tat ve koku alanlarında araştırma yapmaktı. İlk sene sadece bununla ilgili algoritma yaratarak ve bu işi nasıl yapacağımızı çözmekle geçti. (İlk sene sadece bununla ilgili algoritma yaratarak ve bu işi nasıl yapacağımızı çözmeye çalışarak geçti.) 2014’te araştırma yapmaya başladık ama tat ve koku niş bir alanın niş bir tarafı. Türkiye’de nöropazarlama reklam ve araştırmalarından ibaretti. Tat ve kokudan önce ilk pivotumuzu reklam araştırmalarında yaptık. Sonra bir anda Startup Şili maceramız başladı.

2013’te kurduğun Neurolize’dan kısaca bahsedebilir misin?

Neurolize, nörobilim alanındaki gelişmeleri farklı problemleri çözmek veya bir alanda iyileştirme sağlamak için daha kullanılabilir hale getirmeyi amaçlıyor. Bu kapsamda geliştirdiğimiz ilk çözüm; davranış araştırmacılarının, nörobilim tecrübesinden bağımsız olarak nöropazarlama araştırması yapmasını sağlayan bir analiz yazılımıdır. Bu yazılım veri işlemeye ek olarak deney tasarımı ve raporlamayı kolaylaştıran modüller de içerir. Böylece araştırmacıların farklı nöropazarlama tekniklerini bir arada kullanarak daha iyi sonuçlara daha hızlı ve daha kolay erişmelerini sağlıyor.

Gelecek vaat eden Şili Ekosistemi’ni deneyimleme ve orada bulunma şansın oldu. Bu süreçten bahsedebilir misin?

Boğaziçi Kuluçka Merkezi’ndeydik. O dönem Startup Şili’yi tanıtıma geldiler. Araştırdım ve programı çok beğendim. Oraya, ilk hem yurt dışı olanaklarını tanıyabilmek hem de küçük bir ajans kurabiliriz düşüncesiyle gittik. O dönem biz kendimize ajans diyorduk; çünkü sadece araştırmalarımız devam ediyordu. İlk fark ettiğimiz, enternasyonel bir yapının varlıgıydı. Çok farklı etnik gruplardan, alanlardan ve fikirlerden startup’lar vardı. Hepsi teknoloji tabanlıydı ve dünyanın farklı yerlerinden gelmişlerdi. Karşımızda çok büyük bir havuz vardı sonuç olarak. İnsanların tecrübeleri, fikirleri vs. Orada bulunduğumuz ilk zaman boyunca fark ettiklerimden biri de çok lokal düşündüğümüz oldu. Biz custom işi yapmaya çalışıyorduk, oradaki şirketlerin çoğu ölçeklenebilmeye (scale up) odaklanmıştı, yani daha küresel düşünüyorlardı. Problemleri olabildiğince genelleştirip, o problemi çözmeye çalışıyorlardı. Bunu fark ettikten sonra oradaki mentor’ların desteğiyle yavaş yavaş biz bu işi nasıl ölçeklendirilebilir bir formatta yapabiliriz, bunu düşünmeye başladık. Bu arada kendimiz için yaptığımız küçük küçük programlar vardı, biri data’yı kesiyor, biri temizliyordu falan, dedik ki, bunları bir araya getirip modül halinde, işin kolaylaştırılmasını sağlayan bir sisteme oturtalım. Mentorların da fikirleriyle ajanstan bir sisteme geçmeye karar verdik.

Şili ekosistemi, işlerinizi kolaylaştırdı mı? Ekosisteme dair neler söyleyebilirsin?

Vizyon olarak tabii ki geliştirdi ama biz oraya gittiğimizde Startup Şili bu işi nasıl yapacağını daha yeni yeni çözüyordu. Mesela ABD’den oraya gitmiş startup’lar oradaki bürokratik işlerle çok uğraştılar, çok şikayetçi oldular. Kendine göre zorlukları vardı ama ekosistem daha tam oturmamıştı. En büyük avantajı, Latin Amerika’daki yatırımcılardı, Bu kişilerin Silikon Vadisi’nden başka seçenekleri çok fazla gidebilecekleri bir yer olmadığı için ikinci seçenek olan Startup Şili’yi tercih ediyorlardı. Bundan dolayı çok iyi bir yatırımcı portföyü var bence. Orada pek çok yatırımcı ile tanışma fırsatımız oldu doğrusunu söylemek gerekirse programın kendisinde eksikler vardı.

Şili’deki yatırımcı portföyünden bahsettin. Türkiye’deki yatırımcı portföyüyle karşılaştırdığın zaman ne gibi farklılıklar gözlemledin?

En başta şöyle bir fark var; bu kişiler, oraya “senin için neler ”yapabileceklerini” anlatarak geliyorlar. Tamam, sen onlara bir fikir veya ürün anlatıyorsun, onlar da “bak şöyle yaparız, böyle ilerleyebiliriz.” şeklinde yorumlar yapıyorlar. Senin için bir vizyon üretiyorlar diyelim. Anlaşma sağlanırsa ilerleme kaydediliyor. Burada ise şartları, biraz sen zorluyorsun gibi. Burada yatırımcılar daha ilgisiz gibiler ya da daha doğru bir ifadeyle daha az ciddiler. Orda adam orada yatırımcı gerçekten nasıl bir iş yaptığının farkında. Bir yerden bir şeyi alıyor, başka bir şeyle birleştiriyor. Yani birbirinden ayrı bağlantıları bir araya getiriyorlar. İyi bağlantılar, iyi network’lar oluşuyor sonuç olarak bu da girişimin işini çok kolaylaştırıyor. Bizim orada mesela, Şili’nin en büyük bankasıyla görüşme fırsatımız oldu; çünkü yatırımcılardan bir tanesi, “hadi deneyelim bu görüşmeyi” dedi. Dolayısıyla çok keyifli ve öğretici bir süreçti.

Latin Amerika’nın politik, sosyal ve ekonomik olarak çalkantılı bir geçmişi var. Girişimciliğe dayalı bir yapının bölgenin de ihtiyacı olduğunu ve bu nedenle yeni fikir ve işlere açık olduklarını düşünüyorum. Bu konuda neler söyleyebilirsin?

Ben de öyle olduğunu düşünüyorum. Bu aç’lık ekosistemde hissediliyor. Orada tanıştığım yatırımcılar en iyi ifadeyle heyecanlılardı. Yeni bir şey yapmak istiyorlardı. Çoğu büyük işler yapmak istiyordu aslında. Tabii ki para kazanmak istiyorlardı ama bunun yanında büyük, ses getiren işlere imza atma amacındaydılar. O “başarılı yatırımcı” repütasyonuna sahip olmak istiyorlardı. Biz mesela bu kişilerle ilk sohbet ettiğimizde niş bir pazarda dünyada 2. veya 3. şirket olma durumumuz onların hoşuna gitti. Türkiye’de mesela böyle niş bir alanda iş yapmaya çalışıyorsan otomatik olarak “yapabilir misin” in soru işareti oluşuyordu ve daha ilk safhada önyargıyla karşılaşıyordum. “Sen o adamlar kadar yapabilir misin?” tavrıyla birçok kez karşılaştım kaç kere. En zorlandığım noktalardan bir tanesi bu önyargıyı bu süreçte kırmak oldu: Rakibimiz bizden çok daha iyi değil, çok daha güçlü (ekonomik olarak da çok güçlü, yaygınlık olarak da güçlü) ama ürünü bizimkinden iyi değil. Bunu anlatmak zordu. Bir de şunu fark ettim orada Türkiye’deki startup’ların en büyük sıkıntısı küresel bir pazarlama kampanyası üretememesi.

Sence bunun farkında mı değiliz yoksa pazarlamayı arka planda mı tutuyoruz?

Bence işi oraya getiremiyoruz. Tabii ki çok başarılı startup’lar var, onlar bu anlamda daha iyiler ama biz pazarlamayı geride bırakmak zorunda kalıyoruz, limitli bütçelerle hedefe ulaşmaya çalışıyoruz. Herkes pazarlamanın önemini biliyor, herkes çok güzel şeyler yapmak istiyor ama bu konuda bir sıkıntı yaşıyoruz. İşinin ehli, küresel anlamda kampanya düzenleyebilecek fazla kişi yok. Bu insanlar az oldukları için pahalılar.

Peki, tekrar Şili macerana dönelim, Şili’de seni en çok şaşırtan olay neydi, ya da karşılaştığın ilginç olaylar var mıydı?

Bu soruya şu yönden cevap verebilirim: Şili, ilginç bir coğrafyaya sahip. Kuzeyinde çöl var, güneyinde Antartika var. Volkanik patlamalar, uzun süren seller gibi alışık olmayanlara problem yaratabilen bir yapıda ve tabii ki, depremler. 8.3’lük büyük depremi orada yaşadım ve 3 dakika sürdü. Karşımda gökdelenler sallanıyordu. Biz burada deprem yaşadığımızı sanıyoruz. Orada yaşadıklarımdan sonra bir fobi başladı bende. Yolda yürürken yerin sallandığını hiç hissettiniz mi mesela. Burda en ufak bir şeyde o günü hatırlıyorum. Bu tür yaşama alışık olmayanlar için çok zor bir ülke Şili ve bu da hayatın her türlü gidişatını etkiliyor.

Neorolize süreci boyunca karşılaştıkların doğrultusunda Türkiye girişim ekosistemi hakkında neler söyleyebilirsin? 

Türkiye’de yazılımcılar örneğin, buranın hem avantajını hem de dezavantajını yaşıyorlar. Şili’de mesela hem disiplinli hem çalışkan yazılımcılar bulduk ama yetenek veya çözüm üretebilme becerileri anlamında iyi değillerdi. Türkiye’deki yazılımcıların ise yetenekli ama biraz tembel olduklarını düşünüyorum. Bundan başka, Türkiye’de birilerine ulaşmak ve en azından “hayır” cevabını almak çok zor. Bu nasıl çözülebilir bilmiyorum ama startup’lar olarak tek istediğimiz şey; Türkiye’deki büyük firmalardan geri bildirim alabilmek. Bu kadar zor bir şey değil. Hayır diyeceksen de hayır de ve bizi bekletme. Bir bakmışsınız cevap beklerken 4 ay geçmiş. Ortalama bir projeyi ilk konuştuğumuzdan uygulamaya geçmemiz neredeyse 4 ay sürüyor veya 4. ayın sonunda hayır deniliyor ve beklediğiniz süre boyunca çok yorulmuş oluyorsunuz. Kısıtlı kaynak olunca zaman hep problem oluyor. Minimum adamla işi götürmeye çalışıyoruz, aynı zamanda pazarlamasını yapmaya çalışıyoruz, aynı zamanda vergi beyannamesiyle uğraşıyoruz. Bir de bu aradaki sana bir şey katmayan şeylerle debeleniyorsun ki en zoru da bu bence.

Şili’de bunu yaşıyor muydunuz?

Yok. Tanıştığımız firmaların hepsinden en azından yorum ve geri bildirim alabildik. Buraya kadar gelmemizde bunların büyük etkisi oldu. Türkiye’de de geribildirim, yorum, fikir alabildiğimiz isimler oldu tabii ki; ama genel davranış bu şekilde değil. Genel tavır burada en net ifadeyle “sessizlik”.

Türkiye, sence bir girişimciye (girişimciye) ve adayına ve girişimci adayına en iyi neyi öğretiyor?

Azimli olmayı öğretiyor. Girişimcilik zaten kapıdan dönmek üzerine kuruludur; ama Türkiye’de bu biraz daha sert ve bir yerlere ulaşmak için çok fazla tırmalamanız gerekiyor. Doğru kişileri de bulmak da zor. Dolayısıyla bir yerden sonra başarısızlığa ve öğrenmeye alışıyorsunuz ki bu bence çok önemli. Bir yere gidiyorsun Oradan oraya gönderiyorlar, oradan buradan etraftan bir şeyler öğreniyorsun ve en önemlisi yolda neleri yanlış yaptığını görüyorsun. Bence bu anlamda Türk ekosistemi iyi eğitiyor bizi.

 

“Başarı Demek Yeterince Başarısız Olmak Demek”

 

Peki, şöyle devam edelim. Türkiye’nin bu alandaki dinamikleri hakkında tecrübe sahibi biri olarak buradaki girişimcilere ve adaylarına neler önerirsin?

 İlk olarak dışarıdan bir çok şey duyacaklar. “Burada) yapamazsın, orada olmaz, şu var, bu var” vb. Öncelikle kendilerine güvenmeleri şart; çünkü en başta kimse onlara güvenmeyecek. Kendilerinden başka güvenecekleri kimse yok. Sonrasında ise azimli olmaları. Biz ülke olarak başarısızlığı tabulaştırmış bir toplumuz ama bu böyle değil. Başarı demek yeterince başarısız olmak demek. Yeterince başarısız olduğunda bir şeyler öğreniyorsun. Her bir başarısızlık, sana bir şey katıyor. Girişimci olacaksan bunun bir takvimi yok. 3 yılda her şey harika olacak diye de bir şey yok. Ben o yüzden Yemek Sepeti’nin hikayesini çok beğenirim: İlk 7-8 yıl ADSL sorunu yüzünden çok zor dönemler geçirmiş ama bırakmamış işte. O dönemde önemli olan bırakmamak. Eğer, bırakacaksan hiç başlama. Yapacaksan, yapacaksın.

Bu süre boyunca kendi iç çatışmalarınla veya üst üste gelen sorunlarla nasıl baş ettin? Eminim vazgeçme eşiğine yaklaştığın zamanlar olmuştur.

 Tabii, olmaz mı. Ailem memur ailesi dolayısıyla, onların kafasında hep bir iş ve maaş isteği var. Ellerinden geldiğince destek olmaya çalışıyorlar ama tabii gönüllerinden geçen hala düzenli bir iş. Bu zorlayıcı olduğu kadar öğreten de bir şey oldu. Onlara olan biteni anlatmaya çalışırken kendi argümanlarımı da keşfettim ve bazılarıyla yüzleştim doğal olarak. Hayatımızın büyük çoğunluğu çalışarak geçireceğim, hepimiz gibi (Hayatımın büyük çoğunluğunu herkes gibi çalışarak geçireceğim) ve ben kendimce değerli gördüğüm bir şey uğruna ve bu amacı benle paylaşan insanlarla çalışmak istiyorum. Bence riske değer. Hiçbir şey yolunda gitmese bile sevdiğin işi yaşamak, “keşke”lerin olmadığı bir hayatı yaşamak çok önemli.

Bence yaratıcılık girişimin önemli bir bileşeni ve buna inanan biri olarak soruyorum; yaratıcılığını, dikkatini veya algılarını canlı tutabilmek için neler yapıyorsun?

Genelde bu işin gidebileceği yerleri hayal ederek stresle baş ediyorum. Bizim alanla ilgili zihnimde pek çok şey kurguluyorum, “belki şöyle olur, bu tür bir gelişme olur” gibi. Ben de gücümü hayallerden almaya çalışıyorum. Yapmak istediklerime odaklanıyorum, nelerin gerçek olmasını istediğimi , olabildiğince gözümde canlandırmaya çalışıyorum. Bunun da faydasını görüyorum. Düşüncelerim kötü bir noktaya gittiği an, onu durdurmaya çalışıyorum. 5 sene önce ilk yazılımımızı tasarlamaya başladığımızda da bugünü hayal etmiştim.

Son olarak, sen GBA’da 2 görüşme geçirdin. Bu süreçte Galata Business Angels hakkında oluşan görüşlerin nelerdir?

GBA ülkemizde eşine az rastlanır türden bir yatırımcı ağı. Yerel düşünmenin ötesine geçebiliyor ve daha hırslı projeleri destekleyerek girişimcileri de büyük düşünmeye teşvik ettiğini düşünüyorum. Ayrıca Türkiye’de çok geniş bir etki alanı var ve anında önünüze bir çok kapıyı açabiliyor. Böylelikle girişimlere hem zaman kazandırıyor hem de değer katıyor. Üstelik bu desteği yatırım yaptığı projelerin de dışında vererek ekosistemdeki gelişmeyi de desteklediğini düşünüyorum.

 

Post a Comment