Türkiye’nin İlk Melek Yatırım Ağı

DENEBUNU!!

Denebunu e1609262169314 blackwhite

Duygu, kendinden bahsedebilir misin?

Ben Koç Üniversitesi işletme bölümünde okudum. 1. sınıfta okurken bir otelde çalıştım, 2. sınıfta Hızlı Tüketim Malları (FMCG) dünyasına girdim ve Fritolay’ de staj yaptım. Daha sonra Coca Cola’ ya girdim, orada da belli bir süre staj yaptım.  Zaten mezun olduğumda orada işe girdim. Ailemde kurumsal geçmişi olan insanlar olmadığı için bir şeyleri ben eşeleyip bulmak zorundaydım, bu bana farkında olmadan ileride istediğim noktaya gelebilmek adına deneme yanılmayı erken kazanmamı sağladı. Yaklaşık 8 sene kurumsalda çalıştım. Kurumsal hayatta 5 yıl daha geçirseydim daha fazla şey öğrenirdim gibi geliyor. Girişimcilik ve kurumsal çalışma hayatı arasında çok keskin bir çizgi var. Kurumsal hayattan çıktığın ve girişimcilik dünyasına girdiğin anda artık kendi başınasın. Geri döneyim “2 dakika limanda nefes alayım” gibi durumun kalmıyor; çünkü artık yaptığın her hareket sana artı ya da eksi olarak geri dönüyor. Yastığa başını koyduğun zaman endişelisin. Kurumsal hayat, istemediğin bir durumla karşılaştığında gün sonunda ceketini alıp çıkıp gidebileceğin bir dünya; ama bu alan öyle değil. Kendi evreninden başka ceketini alıp gideceğin bir yer yok. O yüzden kurumsaldaki 8 sene benim için güzel bir tecrübeydi. Bu tecrübe olmasaydı, DeneBunu bugün olduğu gibi olamazdı. Bu yüzden ekibin büyük çoğunluğu hızlı tüketim mallarında ya da kozmetik sektöründe deneyimli kişilerden oluşuyor. Benim için kurumsal hayatta deneyimi olan bir kişi, deneyimi olmayan, farklı sektörlerde çalışmış beş kişiye bedel gibi; çünkü bizim müşterimiz kurumsal markalar. O nedenle onlarla aynı diyaloğu kurabilmek adına bu çok önemli.

Asıl konuya dönelim. DeneBunu fikir nasıl doğdu, başlama süreci, insanları ikna ve en önemlisi kendini ikna sürecinde neler yaşadın, neler hissettin?

Ben en son markam Huggies’ de marka yönetimi yapıyordum ve Huggies’ de ürünü denetmek çok önemliydi. Bebek bezini denetmeden rakip markadan tüketici almanız kolay olmuyor. Aslında her tüketim ürününde bu var. Ürün denetmek ve geri bildirim almak, Huggies’ deyken bu maalesef verimsizdi. Türkiye’de numune dağıtımı hala elinde broşürle ürün dağıtan hostesler üzerinden gerçekleşiyor. Bundan elli yıl önce elindeki bir ürünün reklamı televizyon ya da yazılı basın aracılığıyla yapılırdı. Pazar payı kazanırdın ve bu kazanılan ya televizyondan ya dergiden geliyordu. Ölçme çok net değildi.

Ölçümleyebilmek hayatımıza dijitalle geldi. Dijital dünya bize, harcadığımız paranın kaç kişiye ulaştığını verebildiği noktadan itibaren artık televizyonun ya da yazılı basın farklı amaçlarla kullanılmaya başlandı. Bu yüzden de bir pazarlamacının pazarlama bütçesindeki tüm kalemlerin dijital transformasyona uğraması gerekiyordu. Numune dağıtımı hala maalesef geleneksel metodlarda kalmıştı. 2015’lerde hala hostesler aracılığıyla ürün dağıtıyoruz, denetiyoruz o kadar. İnsanlar da bu ürünleri deniyorlar mı, denemiyorlar mı, marka müdürü olarak bunu bilmiyorum. Bu numuneyi dağıttığım için o kişinin gidip x mağazasından o ürünü alıp almamasını kanıtlayamıyorum. Her sene sonunda pazarlama ve satış departmanları arasında bütçe toplantılarındaki en tartışmalı konu numune dağıtımına harcadığımız bütçe çöp mü değil mi? Bunu günün sonunda bilmiyoruz. İspatlayamadığımız için de bütçe kesintisi olduğunda ilk uçan kalem numune dağıtımından kesilmiş oluyordu. Ama bir yandan da bir markanın vazgeçemediği bir kalem; çünkü ürünü denetmeden, ürünün faydalarını anlatamıyorsun.

Bu yüzden Huggies’ de çalışırken web sitesine bir numune talep et butonu ekledik çünkü tüketicilere sadece bunu dene demek yerine artık daha talepkar tüketiciler olduğunu görmeye başladık, denenmek istenen ürün e-mail yolu ile haber veriliyordu ve baktım ki tüketiciler talep etmeye gerçekten çok düşkün. Türkiye genelinde ürünü gönderirken kargo bedeli gibi yüksek maliyetler ödüyorduk. Bir marka müdür yardımcısı olarak yaptığım farklı işler olduğu için “bu ürünleri denetiyoruz ama bir de geri bildirim alsam’’ düşüncesini de bir taraftan bastırmak zorunda kalıyordum. 

Sonra dedim ki; hem insanlar bunu talep etmek istiyor ama gönderim olarak maliyetli, anne adaylarının saçı da var, gıda ya da şampuan markalarının da ürünlerini gönderip denetim yapabileceğim bir kutu olsa ve bu kutunun içinden bedava çıkan her ürünün denetimi karşılığında tüketicilerin fikirlerini alsak?

Tüketici de aslında geri bildirimi sadece şikayet olarak bildiği için, pozitif şeyleri deklare edebilecekleri bir dünya yok. Bunu sosyal medyada görünür kılsalar, PR ajanslarının fark edebildiği kadar görünür oluyor. Şu anda Türkiye’de ciddi bir forum platformu yok. Ciddi bir ürünün nasıl analiz edildiği, teknik özelliklerinin incelendiği, paylaşım yapıldığından çok tavsiye üzerine her şey gelişiyor. Bu yüzden de bunu kurmanın gerektiğine inanıyordum. Fikri şöyle netleştirdim: Keşke bir dijital platform ve üyeler olsa, o üyelerin bu platformda özelliklerini bilsek markalar ulaşmak istedikleri kişilerin özelliklerini söylese, biz onları markalara göstersek ve tüketiciler de denemek istiyorlarsa talep etseler nasıl olur? Hikaye buradan çıktı, araştırma yaptım. Türkiye’de böyle bir şey bulamadım, dünyada ise tam istediğimi bulamadım. Dedim ki birileri yapmadıysa bir bildikleri vardır. Ben bu fikri nadasa yatırdım. Bir yandan da kariyer ilerliyor, kazancım kurumsalda kötü değil, orada bir geleceğim var derken bu fikri bir sekiz, dokuz ay erteledim. Sonra bir arkadaş ortamında nasıl örneği yok derken yeniden araştırdım ve dünyadaki örneği “Pinch.me” ile karşılaştım. Pinch.me, Amerika ve Avustralya’ da bizim ücretsiz kutu modelimizin aslında muadili ve onu görünce birilerinin benim fikrime benzer bir şey yaptığını fark edince çok enteresan bir korku geldi, bunu birileri yapar, birileri yapmadan benim yapmam lazım. Sonra tabii aile ile konuşma kısmı başladı. Her ne kadar kurumsal hayatta bir kazancım olsa da, kendi kendini döndüren bir firma gibiydim. Kazancımı harcıyordum, bir birikimim yoktu, en büyük korkum da güvenli alanımı bırakmaktı; çünkü o güvenli alanımı bıraktığımda maddi olarak nasıl yaşardım sorusu kafamı kurcalıyordu. Sonra ailemden 50.000 TL’ lik ufak bir destek aldım bu paranın içerisinde benim sekiz aylık maaşım tabii o zaman 2x alıyorsam x bir maaş koymuştum. Tabii o sekiz ay sekiz ay olmadı on iki aya uzadı, yazılım süreci uzadı vs. Aynı zamanda markaları ikna etmek kolay olmadı. Bu arada o zamana dek benim birikimimle idare ediyorduk. Babam o dönem kalp krizi geçirdi. O andan itibaren ekonomik olarak aileden destek almamaya karar verdim. Ortağımla bu süreçte karşıladık ve çalışmaya başladık. Aradan dört ay geçti ve iş tahmin ettiğimden daha iyi ilerlemeye başladı. Bu sefer nakit akış sıkıntılarımız olmaya başladı; çünkü çalıştığımız markaların vadeleri uzun, biz o zaman çok küçük bir firmayız, bizim vadelerimiz ise kısaydı. Bir yatırım arayışına girdik. Melek yatırımcıların karşısına çıkmak için doğru zaman olduğunu düşünmüyorduk. Her ne kadar pek çok girişim, o aşamada alsa da ben biraz beklemek istedim. Hızlı koşmam gereken yerde yatırım sürecine uzun zaman ayırmak istemedim ve o dönemde “Friends and Family” çevreden 80.000 dolarlık ilk yatırımımızı aldık.

En çok nerede zorlandın? Bırakma noktasına geldiğin bir nokta oldu mu?  

Bırakma noktasına hiç gelmedim, bu şöyle bir şey sanki yaşamak, nefes almak için yapmak zorundasın, en zoru en başıydı. İlk müşterileri bağlamak çok zordu. Kurumsaldan ayrılmış biriydim ve müşterilerimiz kurumsal markalar sonuç olarak. Hikayem kuvvetliydi: ‘“ben saç baş yolduğum bir işi yapmaya geldim, bakın onun için ayrıldım, kariyerimi bıraktım. Siz de paranızı çöpe harcamayın, gelin ölçülebilir bir kanalda bir dağıtım yapalım’’ı ne kadar güzel anlatsam da her toplantının sonu elimde laptopla dolaştığım beş aylık süreçteki her soru şu oldu: Kimle çalıştın? Gerçekten bir gün, bunu itiraf edeceğim, hüngür hüngür ağladım sinirden ama üzüntüden değil, deşarj olmak için. En zor kısım markaları ikna etmekti. Bütçeyi alma kısmına gelince insanların parasını almak çok zorlaşıyordu, her anlamda böyle. Ben de sonunda çıldırdım dedim ki 4 tane markama bedelsiz çalışalım, tüketiciye ücretsiz olduğumuz için markalardan bir erişim bedeli alıyoruz. Ama olur da memnun kalıp devam etmek isterseniz çalışmanın bedelini sonrasında sizden isterim. Bu şekilde 4 tane markamız bize güvendi, ürünlerini verdi çünkü bedelsiz çalışsak da o ürünleri vermeleri de bir güven gerektiriyor yani çok önemli bir şey bu. Ürünlerini verdiler ve proje hayata geçti. Önce tüketiciler bir şaşırdı nasıl yani bedava bir kutu mu gelecek bize, kesin bir şey vardır bunun altında diye inanmadılar ama talep ettiler. Ulaşmaya başladığında tüketiciler bunu tecrübe edip birbirlerine duyurmaya başladılar. Hem tüketiciler arasında “Denebunu” inanılmaz bir hızla artmaya başlarken, markalar arasında şu olmaya başladı, ilk çalıştığım 4 markanın önceden görüştüğüm rakipleri, artık Denebunu’ yu bir sonraki ay hemen değerlendirilmeye başladılar, böyle böyle en zor kısmı atlatmış olduk. Zaten 4 markayla iş yaptığımızdan en az 5 er marka rakibi olduğunu düşünürsek evrenin giderek büyüyor ve bugün de zaten bu sayede 200 den fazla markayla çalışıyor. Denebunu iki senede 200 farklı markayla çalıştı, 200 farklı ekip gibi düşünebilirsiniz bunu. Mesela reklam ajanslarından örnek vereyim. Bir reklam ajansının diyelim ki ortalama aylık ücretle çalıştığı 10 tane marka vardır en fazla, dene bunu’ nun 200 markayla çalışmış olması her ay yaklaşık 30 tane markayla iletişimi olduğu anlamına geliyor.  Bu anlamda bu 200 marka Türkiye’nin daha yüzde 10’u. Bu yatırımla beraber, ekibimizi artırarak kapısından bile giremediğimiz ama büyük fırsatların olduğu diğer markalarla da Denebunu’ yu temas ettirmek istiyoruz.

 

Türkiye’de girişimcilikten biraz bahsedelim, Türkiye bir girişimciye, girişimci adayına ne katıyor? Türkiye girişimcilik alanının zorlukları seni daha mı disiplinli yaptı ya da daha mı tırmalayıcı oldun?

Türkiye operasyonel anlamda kolay değil ilk aklıma gelen bu oldu. Ama ben bun şöyle bakıyorum farklı özellikleri olan bir ülkeye gittiğimde oradaki rekabette dayanıklı olabilirmişim bibi geliyor. Yani şöyle düşünün: Soğuk bir ülkede yaşayan birinin, kışın Türkiye’nin güneyine geldiğinde oraya tatil gözüyle bakması gibi bir şey. Kendi işim anlamında buradan daha zor bir lojistik operasyonu, başka bir yerde olamaz. Burası bana zor bir operasyonla nasıl baş edeceğimi gösterdi.

Onun dışında girişimcilik ekosistemine baktığımızda bence umut veren bir tablo var. Bunun en büyük örneği de bence DeneBunu. Ekonomik olarak bu kadar sıkıntılı, zor ve dalgalı bir dönemde iyi rakamlar elde ederek çıktık. Bu da şunu gösteriyor ki, ülkeye inanmaktan ziyade girişimcilere inanan yatırımcılar var. Yani koşullardan bağımsız, bireylere inanarak Türkiye’ye yatırım yapan insanların olduğu bir coğrafyadayız. Burada girişimcilerin kendilerine güvenmeleri lazım, siz yanlış pazarda da olsanız, gidebileceğiniz daha iyi bir ekosistem de  olsa ve şu an buradaysanız, yine de başarabilirsiniz. Türkiye’nin öğrenmek, denemek ve hata yapmak için iyi bir mutfak olduğunu düşünüyorum. Düşünmenin yanı sıra yaşıyorum.

DeneBunu’ yu kurma aşamasındayken iletişim ağını ve ekibini nasıl yarattın? Belirlediğin stratejiler var mıydı ya da şansın mı yaver gitti?

Bence insan çevresindeki şansı ve ağı kendisi yaratıyor. Ben girişken biriyim. Bugün hala birine ulaşmak istediğimde hiç düşünmeden, isterse dönmesin, dönmemek onun ayıbı olur ya da yoğunluğu olur, ayıp da değil, ama birinin yanına gidip ona hikayemi anlatmaya ya da birinin değerli vaktini rica ederken, onun için ne kadar önemli olduğunu bilip ama benim için de ne kadar önemli olduğunu unutmayıp bunu istemeye çekinmeyen biriyim.

Üniversitedeyken benim tanıdıklarım yoktu, doğru stajları bulabilmek adına uğraştım. Bir gazetede birinin iş hayatı hikayesini okuduğumda o kişiye mail atardım. Bazıları dönerdi, bazıları dönmezdi ama o dönenler belki istediğim cevapları verseler de vermeseler de ben şunu gördüm. Cevap alabilirim yeter ki sesimi çıkarmalıyım. Okul seçimim de öyleydi, ben Anadolu lisesinde okudum. Ondan önce kolejde okudum. Kolejden sonra Anadolu lisesinde okumak bana çok şey kattı. Ben hiçbir zaman tek bir fanus, tek bir arkadaş çevresinde, tek bir yerde barınamadım. Üniversite hayatımda da bu şekildeydi. Farklı çevrelerden tanıdığım insanlar, bugün bana çok farklı temaslar açtı. Üniversite tercihimin sebebi biraz da oydu, Anadolu lisesi bana hayat vizyonu kattı. Fikri, hayat görüşü, mezhebi ne olursa olsun herkesi anlamayı gösterdi. Üniversite ise benim seçimimdi. Bana olanaklar sunabilecek bir dünya istiyordum, oraya girip hiçbir şey yapmadan da çıkabilirdim ama oranın olanaklarını kullanmayı ben tercih ettim. Öğrenci konseyine girdim, kariyer işlerine yakın. Daha iyi de yapabilirdim belki, bilmiyorum. Her zaman daha iyisi vardır. İnsan biraz o çevreyi kendi yaratıyor.

Ailemin, arkadaşlarımın tanıdığı insanlardan bir çevre oluşturmaya ve köprü yapmaya çalıştım. Bu süreçte şunu farkettim: Bu işin ilk adımı cesur olmak. Bugün sokakta limon satan amca, sesi çıkmayan bir girişimciden çok daha girişimcidir. Çünkü amca senin ilgini çekmek için bağırıyor. Bir de isteyenin bir yüzü; vermeyenin iki yüzü kara derler ya, sen ne istediğini söylemezsen, kimse senin ne istediğini bilemez. Ben bunu yaşayarak öğrendim. İlk finans departmanında çalışırken pazarlama departmanından bulacağımı anladım ve gittim dedim ki ben pazarlama yapmak istiyorum, kimse de bana gel Duygu’ cuğum biz de seni bekliyorduk demedi. Orada şunu anladım ne istediğimi değil, istediğim şeyi yaptırabilmek için onlara bunu söyletmen ya da bir şey göstermen lazım. Girişimcinin sesi az çıkanı olmaz.

Çekinme durumu için ben şunu düşünüyorum. Mesela Nevzat Aydın’la ilk toplantıda çekindim. Hikayesini beğendiğim, yorumlarını, düşüncelerini, bakış açısını idol aldığım biriyle tanışıyorsun bir de işini satmaya çalışıyorsun. Olumsuz düşünse bile sana bir şey katar zaten. Onunla görüşmeye gitmeden Nevzat Aydın’ın benim yaşımdaki halini gözümün önüne getirdim. İtiraf etmem gerekir ki, gerçekten internetten araştırdım. Bu süreçleri görmeden, zihninde canlandırmadan, o insan size hep ütopik gelir. Senin bir gün o kadar başarılı hikayeler yazabilmen için o insanların da o yollardan geçtiğini unutmaman lazım. Bir de bu insanlar size aslında yatırım yaparken paradan da ziyade inançlarını emanet ediyorlar. Size inanıyorlar.

Yaratıcılığını ve zihnini nasıl canlı tutuyorsun? Bir güne başlama ya da bir sürece nasıl başlıyorsun?

Müzik beni çok heyecanlandırıyor. Biraz klişe ama size bir itirafta bulunayım. Bazı totemlerim oluyor. Sunum günleri örneğin kuaföre gidiyorum sonra bir şarkıya sarıyorum ve kulaklığımı takıp sanki onu başarmışım ve o an sanki her şey bitmiş gibi hayal ediyorum. Hatta bunu Nevzat Bey’ le görüşmemizde de söylemiştim. Dünyaya açılmak üzere attığım ilk imzayı hayal ediyorum. Hani çocuklara araba resmi gösterip çok okursan araba senin olur derler ya aynı öyle. Kendime bir sonraki adımın hedefini koyarken zihnimde tasavvur ediyorum. Hayal kuruyorum. Hayal olmazsa tutunacak bir dal olmaz. Onun dışında çok stresli olduğum anlarda masaj beni çok rahatlatıyor. Çok stresli bir günde kimseye gerginlik yaymamak adına – benim işyerinde en tahammül edemediğim şey agresiflik – enerjimi tek bir odaya hapsediyorum. 1 saat sonra zihin olarak tazelenmiş bir şekilde çıkıyorum. Bazen boş şeyler yaparak kendimi rahatlatıyorum. Yaptığımız her şey anlamlı olmak zorunda değil. Hiçbir şey üretmediğim dakikalar olsun istiyorum bazen.

Mesela bir günün nasıl başlıyor? Çok erken kalkıyor musun mesela?

Kişilerin verimlilik zamanlarının farklı olduğuna inanıyorum. Ben baykuşum mesela. Gececiyim. Bir girişimcilik klişesi olsun diye, sabah 5 de güne başlıyorum demeyeceğim. Ben gece çok verimli çalışıyorum. Eve gittiğimde aynı koltuk, aynı noktada arkada müzik açıp çalışıyorum,

Erken uyanmışsam ama kafam doluysa bekliyorum, çünkü o bir saat can çekeceğime daha verimli saatlerimi kaçırmamak adına kalkıyorum, kahvemi öğütüyorum, keyifle yapıyorum. Onun dışında bütün vaktim ofiste ya da markalarla görüşmeyle geçiyor.

 

 

Ekosistemde kendine kattığın en önemli şey ne oldu?

Çok şey öğrendim. Biraz kendi işine kendi işin değilmiş gibi bakabilmeyi öğrendim diyebilirim. Özellikle dört buçuk aylık sürede. Birine aşık olduğunda gerçekleri dışarıdan göremezsin ya onu gibi bu iş. Girişimcilik sana dışarıdan bakmayı öğretiyor; çünkü sen yatırımcıyı ikna edebilmek için onun gözünden bakabilmen lazım. Ben bir kişiye ne kadar “Denebunu”yu anlatabildim? Ya da Denebunu bir kadın olsun; ne kadar çekici, ne kadar akıllı, ne kadar çekici görünüyor? Evet güzel görünüyor, rakamlar etkileyici, ne kadar akıllı görünüyor? Gelecekte imkanlar sağlar mı? Dünyanın en güzel şeyini en sıkıcı ses tonuyla anlatırsın karşındakini etkileyemezsin. Aslında biraz işine bir karaktermiş gibi bakıp dışarıdan nasıl göründüğüne bakmaya çalışmak bana çok ve işime çok şey kazandırdı.

Peki girişimciliğe dair tavsiyelerin, önerilerini pişmanlıkların, insanlara söyleyebileceklerin var mı?

Benim en inanmadığım cümle şu, bazıları duyunca kızabilir ama duyunca tüylerim ürperiyor, ‘’Ben girişimci olmak istiyorum.’’. Bu cümleyi biri bana kurarsa gerçekten düşüncemi o an esirgemem çünkü ben hiçbir zaman ben girişimci olmak istiyorum, fikrim olsun da bir şey yapayım diye olana inanmıyorum. Bu bence zorlama gibi. Birileri bir şeyler yapıyor, güzel oluyor, insanlar gerçekten güzel şeyleri görmeye bayılıyorlar. Fakat gerçekten sıkıntı yaşadığın bir şeyi hayata geçirmek için cesaret edebiliyorsan, sen girişimcisindir, zaten girişimci olursun. Ben pazarlama müdürü olmak istiyorum dediğimde hedefim bellidir ama ben girişimci olmak istiyorum dediğinde değildir, cesaret sonradan kazanılabilecek bir şey değil. O senin içinde olmalı. İnsanların bir şeyler yaptıktan sonra “ben girişimci oldum” demelerine saygı duyuyorum.

Şu zihniyetin bir kez daha altını çizmek isterim: Bir iş yapmak için para gerçekten sadece araç. Para kazanma amacıyla yapılan hiçbir işin bırak girişimciliği, tadını tuzunu alabildiğine inanmıyorum. Tabii ki günün sonunda hepimizin amacı bir şeyleri nakite çevirmek ama başka hikayeler olmalı, sadece bu iş birkaç sene sonra şunu da yaparım bu kadara satarım, ben böyle düşünen birinin çok güzel işler yapabileceğine şahsen inanmıyorum. Mesela benim en büyük güdüm şuydu; alkışı görebilmek. Yani bu kız bunu nasıl yaptı, Duygu bu CTO ile ne güzel partner olmuş, Denebunu’ nun ne kadar güzel sosyal medyası var, biz olduğumuz için, ekibimdeki her bireyden dolayı bir şeylerin farklı olduğunun görülmesi arzusu var içimde. Çünkü kurumsal ekosistemde bir şeyin bir parçası oluyorsun ve siz olmasanız o iş yürüyor. Tabii ki böyle olmamalı ama beni o çok tetikledi ben olduğum için bir şeyler nasıl farklı olabilir diye. İkincisi de illa bir fikrin hayata geçmesi için para çok gerekli değil. Fikir paradan çok çok daha değerli.

Siz kendinize çok iyi inanırsanız aileniz, arkadaşlarınız, çevrenizde de size inanacak kişiler bulursunuz o yüzden “benim çevrem yok, cesaret edemiyorum” a çok inanmıyorum. Fikrinize değer verecek kişileri de buluyorsunuz bu yüzden comfort zone’ından çıkmamak için bahane bulmasınlar derim. Yeteri kadar da fikirlerinden zehirlenmedilerse yapmasınlar. Bu birine aşık olmak gibi bir şey, dozunda aşık olmak lazım o yüzden gerçekten gece gündüz düşündükleri bir şey de varsa beklemeyin. Bir de mükemmeliyetçi olmalarına gerek yok, hiç yok.

Mükemmelden öte önemli nokta hız bence. Eğer siz bunu yapmaya çalışırken yapan daha iyi biri çıkarsa, konuşulan o olur, siz değil. Hızlı aksiyon alabildikten sonra mükemmeliyetçi olmak zorunda değil hiçbir şey.

 

Kadın girişimci adaylarına söyleyeceğin bir şeyler olabilir mi? Yatırımcılık anlamında da kendi geleceğin için bir şeyler söylersin belki.

Önce girişimci tarafından söyleyeyim toplumumuzda söyle bir norm var, belki artık yok ama şu norm vardır ya; bir ailenin geçimini erkek sağlar.

Ben şu an evli değilim, ailemin evet sonuçta bana bakabilecek kadar bir gelir düzeyi var tabii ki; ama ben bundan sonraki hayatımı sanki hayatta, yer yüzünde dünyadaki kimse olmadan Duygu Akbudak var olmuş gibi kendimi hayata hazırlamalıyım. O yüzden de hayat bakış açım bu yöndeydi. Kadınlar arasında bir yere işe girip standart bir maaşla çalışmak bir başarı tabii ki. Peki neden sınırlarımızı zorlamıyoruz ki? Yani siz de yarın, 50 sene sonranızı kendiniz hazırlayın. Erkekler ben bunu daha çok devam ettirmeliyim diye kodlanmış normda. Ama benim ailem bana öyle kodlamadı. Yani sen bu hayatta yalnızsın, biz tabii ki her zaman varız, bizim her şeyimiz senin ama sen bundan sonraki hayatında kimse yokmuş ya da varmış gibi her zaman Duygu Akbudak ne yaparsan kenara koyacaksın. Babam kalp krizi geçirdiğinde onu çok daha iyi anladım. Yani ben o gün onu kaybetseydim, yapayalnızdım. Bir şekilde ben hayattaki her şeyin nedeni vardır ya o gün beni daha da güçlendirdi bu kadınların biraz daha kendilerine hedeflerini belki küçük koyuyor olabilirler. Bu girişim dünyasına girme konusunda, belki hiç koymuyorlar, ama benim etrafımdaki kadınlar öyle değil açıkçası. Ben kadınların da bu anlamda cesaretlenmesi gerektiğine inanıyorum. Toplumun, işverenin baskı yapmadığı bir dünyada kadınların cesaretli olabileceğine inanıyorum.

İkincisi de girişimcilikte “erkek gibi kadın kavramı” vardır ya ben hiç sevmem o kavramı. Biraz daha cinsiyetsiz bakabilmek lazım bu konuya. Yani ben depodaki paketleme yapan Hüseyin Bey’ le de çayımı içebilirim, giderim markamla o rimelin ne kadar kalıcı olduğunu da tartışabilirim. Cinsiyete sahip olmama gerek yok. Bu arada zorlukları var, kadın girişimci olarak hiç zorlanmadım değil. En başlarda oldu bu küçük kız çocuğu gibi bakma, yani tedarikçiler tarafından ya da iş yaptığınız yerler, markalar değil diyelim ki bir matbaa, erkekler sanki daha onlara ciddi geliyor ama ben bunun bireylerin suçu olduğuna inanıyorum. Yani siz karakterinizi onlara çok net bir şekilde, cinsiyetsiz bir şekilde oturtabilirseniz, ben onu oturttuğuma çok inanıyorum, emeğe ve kişiliğe saygı duyma oluşuyor. Eğer biri gelip de ben kadın olduğum için çok zorlandım bu iş hayatında diyorsa, problem önce kendindedir.

Ben çok az kadın yatırımcı görmüştüm aslında. Birçok yerde yani, dışarıdaki kontaklarım, bu tarz dernekler. Ben Türkiye’de çok başarılı bir sürü kadın olduğunu biliyorum, görüyorum. Hatta bunlardan bazıları bana 10- 15 sene önce ilham verenlerden ama yatırım dünyasında çok yoklar. Belki de varlar ama neden görünür değiller? Sebebini bilmiyorum, kendilerine soruyorum neden yoksunuz ya da az varsınız. Bence asıl, eğer gerçekten kadınlarla ilgili bir problem yaşanıyorsa girişim dünyasında, daha fazla kadın olmalı ki yatırımcı – girişimci eşitlensin. Önce tepeden başlamalı işte, girişimcinin gideceği, yatırımcı dünyasında örneklerine bakmalı. 20 sene, 10 sene önceki çok başarılı girişimcilerde de kadınlar çok yokmuş. Yeni yeni geliyor. Bence 20 sene sonra böyle olmayacak. Bana bu yatırımla ya da cinsiyet ayrımı yapmadan ekosistemi büyütürken aslında biz eğer bunun sorumluluğunun farkında olup başarılı olmaya devam edersek 20 sene sonra artık o koltuklarda oturma adayı kadın daha fazla olmuş olacak. İşte bu yeni yeni ama bu eğer böyle devam ederse o da tehlike var ama böyle devam etmemeli, sadece kadın üzerine kurulu da olmamalı. Bir 20 sene, 10 sene sonra konuştuğumuzda umuyorum oradaki koltuklardaki oran daha eşit olur. Ben şeyi de sevmiyorum yani kadın girişimciyim diye ortalarda dolanmak, ay ne güzel ona destek olalım da değil.  

(Insider) Hande’ nin (Çilingir) girişimci karakteristik özelliklerinde kendimi bulduğum biri o yüzden de benim ilgimi çeken biri tam. Insider konuşulması çok güzel ama Türkiye’de örneğin; Getir, Scotty ya da güzel farklı projeler var. Kadın birinin daha fazla konuşulmasına biraz eleştirel bakıyorum açıkçası. Kadınların cesaret etmesi için, böyle şeyler dozunda gerekli olabilir. Böyle bir durum da var tabii.

Post a Comment