Kurumsal hayattan girişimcilik ekosistemine geçişin 2 sene oldu. Öncelikle kurumsal hayattan gelen bir insan olarak bu iş modelinin insana kattıkları hakkında neler söyleyebilirsin?
Bana kalırsa kurumsal hayatta her girişimcinin görmesi gereken bir şey var. O da şu, nasıl olsa her küçük girişim bir zamandan sonra kurum oluyor. O kurumun kültürünü ilk başta almak bence çok büyük bir artı kazandırıyor. En azından “bunu nasıl yaparım”ın sistemini görmüş, bilmiş oluyor. Bu bir staj olabilir veya iyi özümsemek anlamında 1-2 yıl da olabilir. Benim gördüğüm yeni jenerasyonda basamakları sabırla teker teker tırmanabilmek hikayesi biraz daha değişiyor. Çok istemiyorlar bunu. Bu yüzden kurumlar da radikal değişiklere gidecekler, gidiyorlar da. Bunun ilk örneğini Microsoft’ta gördük. Microsoft’ta bir anda bir sürü departman kapandı, değişti. Yeni departmanlara yeni kişiler geldi. Dolayısıyla yeni jenerasyonu tatmin edecek bir yapı var. Kısa vadede dediğim gibi büyük bir kurumun işleyişi anlamında çok ciddi katkıları var. Profesyonel bir davranış ve bir kültür katıyor. İş hayatına kurumsal bir şirketten başlayan biri, bu kültürü daha sonra başka kurumsal şirketlerde sürdürebilir veya kendi işini kurduğunda, kurumsal hayatta aldığı kültürü uygulayabilir.
Bugün, “Y jenerasyon”un bu çalışma modelini, kurallarını pek tercih etmediğini ve kurumsal iş modellerinin bir duraksama yaşadığı ortada. Bunun nedenleri sence ne olabilir?
Bunun nedenler bence şu; basın tarafından yaratılan bir “girişimcilik hayali” var. Bu sadece Türkiye’de değil, dünyada da böyle. “Özgür ol”, “kendin ol”, “kendini keşfet” vb gibi söylemler uzun süredir var. Bir “Carpe Diem” dalgasıyla başladı bu durum bana kalırsa. “Herkes başarabilir ama doğru yöntemi bulmanız lazım” noktasına geldi. Herkes başarırsa, herkes özgür olursa, herkes kendi hayatının müdürü olursa o zaman çalışan kim olacağa döndü iş. Kişisel gelişimin öncülerinden, Dale Carnegie mesela, “İşin ne olursa olsun, sen git işinde en iyisi ol diye söylerken” şimdi ise herkes başarabildi, sen de yapabilirsin şeklinde tutumlar oluşuyor. Herkesi aynı yere doğru çekmeye çalışan bir söylemler bütünüyle karşı karşıyayız. Yalnız şöyle bir şey daha var. Bu alan sayesinde dünya birbirine daha fazla yaklaştı, benzedi ve kolaylaştı. Uber, Airbnb vs. gibi şirketler eğer bu başarı kültürü aşılanmasaydı var olmayabilirlerdi diye düşünüyorum.
Diğer taraftan böyle bir anlayış içinde kurumların çalışanlara olan ihtiyacı karşılanmıyor. Sistemin ilerleyişi için elbet bu da gerekli. Onu bulmakta da zorlanıyorlar, zorlanacaklar da.
“Popüler Girişimciler Bu Dönemin “Rock Star”ı
Bunun yanı sıra bugün kurumsal hayattan çıkıp veya çıkmaya karar vererek sonunda kendi işini kurmak isteyen pek çok insanla karşılaşıyoruz. GBA’ya gelen profillerde de bunu görüyoruz. Bu değişim dalgası Türkiye’de nasıl bir süreç gösterecek?
Girişimcilik güzel pazarlanıyor, Yemeksepeti, Gittigidiyor “exit”leri olsun, gözümüzü kamaştıran yatırım tutarları olsun, peşinden koştuğumuz ve bizde heyecan yaratan bir alan haline geldi. Dediğim gibi dünyadaki genel trend de bu yönde ve bunda rol oynadı. Ben 2005 mezunuyum. O dönem girişimcilik dersi yoktu. “Leadership” dersi vardı en fazla, bu da zaten şirket içi kültürün bir parçasıydı. Şimdi girişimcilik, yaratıcı düşünce, ekip kurma gibi böyle çok temel özellikler girişimcilik kültürü adı altında öğretiliyor. Sistem üniversiteden mezun olurken insanları yetiştiriyor zaten. Bu kültür, üniversitelerin müfredatını etkiledi, üniversite müfredatları da öğrencileri şekillendiriyor. Ayrıca bununla paralel giden bir de “girşimciliğin pazarlanması” var. Hepimiz Facebook’un filmini izledik. Steve Jobs’un belgesellerini izledik. 1960’lar ve 70’lerde İngiliz Rock’ı, örneğin nasıl dünyada büyük bir etki yarattıysa, bugünün girişimcileri de dönemimizin rock star’ları veya Kurt Cobain’ler, Freddie Mercury’ler o dönem nasıl parladılarsa girişimciler de aynı derecede bugün parlıyor. Türk toplumu için süreç şöyle işliyor bence; biz zaten toplum olarak kendi işini kurmaya meraklı insanlarız. Bu eskiden beri var olan bir şey. Teknolojik girişim değil de “café açayım, büfe açayım” şeklinde ilerliyordu, şimdi bu teknolojik girişim boyutunda. Büfe şimdi “application” oldu bir bakıma.
“Neyi Yapmak İstiyorum”
X jenerasyonunda insanların bir kısmı da risk almaya korkuyor ve kafalarından bir şeyler geçse de bir türlü aksiyona geçemiyorlar. Hangi aşamada veya durumda risk alınabilir ya da hangi durumda “sen bu işe kalkışmasan daha iyi olur” dersin mesela? İnsanlar aksiyona geçmeden nasıl karar vermeli?
Bu sorulması gereken en önemli soru, cevaplaması en zor soru! Kendi açımdan değil bu arada herkes için geçerli bir durum. X jenerasyonu niye biraz daha risk almaya korkuyor derseniz, bence bunun nedeni daha çok aileye bağlılık gibi geleneksel bir taraf daha ağır basıyor. “Yapabileceğimin en iyisini yapayım, ailem bir bakıma benle gurur duysun” şeklinde tutumlar vardı o jenerasyonda. Bu jenerasyon da kalıpları kırmak yerine o kalıplar dahilinde nasıl daha iyi ilerleyebilirim şeklinde gidiyordu. X jenerasyonun şansı belki de şöyleydi biraz: Yeni kurulmakta olan bir sürü şirket vardı, bu küçük küçük oluşan yeni şirketlerde çok hızlı yükselebildi bu dönem çalışan insanlar. Ben o dönem onların tatmin olduğunu düşünüyorum. Özal ekonomisi ile hayal edemeyeceğimiz bir ekonomi ortamı yaratıldı. Satışlar patlıyor, yeni girişimlerin önü açılıyordu ve bu dönemde satışçı olarak giren birisi 1 veya 2 sene sonra satış genel müdür yardımcısı olabiliyordu. Hem organizasyon küçük, hem işler acaip büyüyor ve bu nedenle özellikle Türkiye’deki X jenerasyonu bu modelden tatmin oluyordu ancak; bu senaryo bugün y jenerasyonu için geçerli değil.
Y jenerasyonu daha atılgan, cesur ama kimi zaman “fazla cesur”. Peki ne zaman kalkışmak lazım işe koyulmaya derseniz: Kişisel düşüncem şu; biraz kendini tanımak lazım. “Neyi yapmak istiyorsum”la başlamak gerekiyor. Neyi yapmak istiyorum, neyi yapabilirim ve o yapmak istediğim şeyler için öncelikle nelere ihtiyacım var. Bu soruların cevaplarını alt altma yazmak gerekiyor. “Bu iş bana göre mi, değil mi? Yapsan mutlu olur muyum?” Şimdi çoğu girişimciye “sen bu işi neden yapmak istiyorsun” sorduğum zaman bazılarından “para” cevabıyla karşılaşıyorum. Sorunun cevabı paraysa girişimcilik senin asıl istediğin değil.
Belli bir düzene alışmış insanların girişimcilik alanının doğasında olan multitasking düşünme, çalışma, hızlı düşünme veya çoğu zaman belirsizlik vb özelliklere nasıl adapte olabilirler?
O yapıdan bu yapıya geçmek için bir zıplama tahtasına ihtiyaç var. Orjinal adıyla, “stepping stone.” Bunun ilk adımı kurumsal hayattan gelenler için söyleyelim; bir iç girişimi denemek. Bu herhangi bir şey olabilir. Bir proje olabilir, bir kulüp olur. Burda önemli olan sistemi tabir-i caizse “challenge” etmek. Ağır işleyen bürokratik sistemi aradaki basamakları atlayıp en üst kademeyle birlikte hızlı karar alabilmeyi bir “challenge” etmek. Bakalım bu ne kadar size göre? Bu sisteme ne kadar inanacaksınız? Yola başladığınız andan sonra bu sistem “evet mantıklı” gidiyor dediğiniz anda bir startup aşamasına geçebiliyorsunuz ama kurumsal hayatta öğrendiğiniz kurallar aslında size startup için kontrol mekanizmaları kurmanızı sağlıyor. Dolayısıyla bu tam bir hybrid model, ideal girişimcilik kafası.
Kurumsal hayat arka planına sahip kişiler, girişimcilik ekosistemine ne tür katkılar veya etkiler sağlayabilirler sence?
Startup çok hızlı büyümek ve piyasayı domine etmek üzere kurulmuş yüksek riskli ama yüksek potansiyelli küçük kuruluşlar. Bunun KOBİ’den ayrılan noktası KOBİ’yi kurduğunuzda o yavaş yavaş büyüyebilir. Halk arasında denildiği gibi kendi yağında kavrulabilir. Startup’ın çok hızlı büyüyebilmesi için girişimcinin bazı özelliklere sahip olması gerekir: Vizyoner olmak, iyi ekip kurmak, meraklı olmak gibi bir sürü özelliğe ihtiyaç var ama belli bir noktadan sonra düzene ihtiyaç var. Kurumsal şirketlerde çalışmış olanlar, kendi kurumlarında çok sıkıldılarsa, büyüyen bir şirketin büyümesinde önemli bir pay sahibi olmak istiyorlarsa ve girişimlere kurumsal hayatta edindikleri davranışları maksimum düzeyde kullanabilecekleri bir ortamla gelebiliyorlarsa, büyümekte olan startup’lara katılmalılar. Bence sağlayabilecekleri en büyük fayda bu. Kurucu olarak da olabilir tabii. Görüyoruz, kurumsal çalışanlar başarılı girişimciler de olabiliyor ama geneli için konuşuyorsak git gide o büyük kurumlardan ayrılıp bu küçük yapılara kendilerini entegre ederek daha çok manevi tatmin elde edebilirler. Hem de büyüyen bir şeyin parçası olup belki kendi kariyer yollarını açabilirler. Amerika’da mesela Facebook olsun, Twitter olsun bunlar büyük kurumlardan üst düzey yöneticileri şirketlerine getiriyorlar ve ölçeklenmeyi sağlıyorlar.
Y ve özellikle Z Jenerasyonu (Gen z) ise bu anlamda daha istekli. Onların bu alanlardaki dezavantajları ve avantajları neler?
Bu dediğimiz kitle neredeyse üniversite mezunu oldu veya olmak üzere. Yeni üniversite mezunu bir girişimcinin en büyük avantajı çok uzun süre para kazanmadan bir işi götürebilmesi. Özellikle Türk toplumuna bakalım. Bu profiledeki insanların çok bir ihtiyacı yok; evi yok, arabası yok ve ailesiyle yaşıyor, dolayısıyla bir şey denemek için mükemmel bir dönem. Ben de geçmişe dönüp baktığımda bu işe en çok cesaret edeceğim zaman üniversite de okurken ya da mezunu olduktan sonraki o iki yılmış. Çünkü girişimci başaramasa da ayağa kalkması daha kolay; evlilik yok, ödenecek fatura yok vb. Z jenerasyonunun dezavantajı ise iş büyürken kurumsallığı sağlamakta yorulabilirler; çünkü bilmiyorlar. Ancak yolun sonu değil kolaylıkla çözülebilir
Y Jenerasyonu’nun ardından yeni bir jenerasyon: “Gen Z”
Bu soruda bir öncekiyle alakalı, çoğu zaman tecrübe kazanmak yerine hemen bir şeyler girişmeye çalışıyoruz. Bu, günümüz ekonomik ve rekabet ortamında ne ölçüde doğru?
İki taraftan da önemli girişimler gördük. Üniversiteyi bitirip direk bir işe başlayanlar arasında da çok başarılı profiler de var, kurumsal hayatta biraz deneyim kazandıktan sonra başarılı olanlar da. Bana kalırsa kurumsal hayatta deneyim kazanmış veya bir startup kurup onla biraz ilerledikten sonra ya batmış ya satmış girişimcilerin, ilk defa bir girişimini kurmuş girişimcilere göre daha başarılı olduğunu görüyoruz. Yani tecrübeyle girişimciliğe başlayanlar, sıfırdan gelenlere göre daha avantajlı. En azından başarılı olma olasılıkları daha yüksek. Bu çerçevede girişimciliği sevebilecekleri işlerde tecrübe kazanmalarını tavsiye ederim. Dünyadaki gözlemim, bildiğim kadarıyla önce herkes bir teknoloji şirketinde çalışmayı deniyor. Orada bu kültürün havasını aldıktan sonra da kendi işine başlayabiliyorlar.
Bir girişimci ruhunu ve adayını nasıl tanımlarsın ve nasıl anlarsın? Karşına pek çok profil çıktı bu zamana kadar. Bu profillerden ve gözlemlerinden yola çıkarak bu konuda neler söyleyebilirsin?
Teknik olarak bakarsak bir girişimcinin bence en iyi yapması gereken şey iyi bir lider olmak ve iyi bir ekip kurmak. Bu bir ekip işi sonuçta.İkincisi kendini tanımak. “Neleri yapabilirim, neleri yapamam” sorularına cevap verebilmek.
“Ve diğer olmazsa olmazlar”
Alçakgönüllülük
Kibir ve narsisizmin olduğu, kabul gördüğü bir yer değil girişimcilik. Amerika’daki ekosisteme gidenlerin bir çoğunun fark ettiği şey, orada başarılı olmuş girişimcilerin mütevaziliği oluyor. Rahatlıkla gidip konuşabiliyorsun; sizinle ilgileniyorlar.
Meraklı olmak
Yeni bir fikir üretmenin esası meraklı olmaktan geliyor. Fazla merak kediyi öldürmez aslında, ona yeni fikirler ürettirir. Toplum olarak pek meraklı olduğumuzu söyleyemeyeceğim. Merak etmeyi de bilmiyoruz, merak etsek de ne yapacağımızı bilmiyoruz. Konuştuğumuz bir çok girişimciye bir kitap tavsiyesi verdiğimde bir çoğunun okumayacağını biliyorum. Hatta çok iyi hatırlıyorum, bir tanesi geldi; “okumayayım şimdi, o kadar vaktim yok, ne diyor” diye sordu. Bu ve bunun gibi bir çok örnekten yola çıkarak biz kültür olarak kendimizi pek geliştirmiyoruz. Merak bence bu işin olmazsa olmazı. Çünkü sürekli gelişen ve değişen bir ortamda yaşıyoruz.
Empati
Müşterinizi, yatırımcınızı, ekip üyenizi ve etrafınızdaki insanları iyi tanımanız gerekir. Hatta bundan bir adım öteye giderek kendinizi onların yerine koyarsanız başarılı olma şansınız çok daha fazla olur. Belki de tüm bahsettiklerim arasında uygulaması en zor olan bu.
Kazanmaya odaklı bir insan olmak
“Ben kazandım, oldu bitti” demek yerine gelişmeyi istemek gerekiyor. Buna “başarıya açlık” diyebiliriz en basit haliyle. Girişimcinin veya adayının uzun süre o açlığı koruyabilmesi gerekiyor. Elon Musk’a bakarsanız zaten ne demeye çalıştığımı anlayacaksınız.
Girişimcilik Özellikleri Kazanılabilir mi?
Avrupa’ya daha çok hakimsin diye Avrupa merkezlerini baz alarak konuşalım. Bu merkezler ile Türkiye ekosistemini karşılaştırdığında profiller anlamında ne gibi farklılıklar ve benzerlikler fark ediyorsun? Nedenleri neler olabilir?
Yakın zamanda gördüğüm İtalya’dan örnek vereyim. Türk girişimleri, İtalyan girişimlerine göre çok daha iyi. İtalyanlar heralde – kişisel görüşüm olarak-mekanikte, elle tutulur somut işlerde çok başarılılar ama hizmet gibi elle tutulmayan, soyut kavramlarda bence çok akıllarına yatmadığı için hiçbir zaman bir Türk girişimleri kadar ilerlemeyebilirler. Dolayısıyla Türk pazarı, Türk “B2B sas platformları”, her zaman daha iyi olacak İtalyan şirketlerine göre. Bir de şöyle bir şey var. İyi girişimleri para çekiyor tabii ki, İngiltere olsun, Fransa olsun, İspanya olsun buralarda kaynaklar daha bol dolayısıyla da girişim sayıları daha yüksek. Bahsettiğim ülkelerde girişimler sayı olarak daha fazla olduğu için o adetin içinden de daha fazla kaliteli girişimci çıkıyor.
Girişimci profilleri hakkında bir gözlemin var mı?
Bence her yerde girişimcinin özelliği aynı aslında. Her yerde girişimcinin hikayesine “vay be” diyoruz yani. Farklı bir şey yapan bir profil oluyor sonuç olarak ama tabii ki bazı toplumlar girişimcinin elinden daha fazla tutuyor. O yüzden girişimci profili yerine biraz toplumun bakışını konuşalım. Beni etkileyen olaylardan bir tanesi mesela şu oldu: Barcelona’da bir sürü küçük butik var. Barcelona’dan çıkan markalar, Zara, Mango, Massimo Dutti gibi büyük firmaların yanında bu tür küçük butikler hala ayakta durabiliyor. Bunun da nedeni şu; halk, o küçük butikleri destekliyor. Büyük zincirlerden almak yerine küçük butiklerden alış veriş yapıyorlar. Çünkü sahiplerini doğrudan tanıyorlar ve empati yapıyorlar.
Bu mantalite o startup’ları da destekler. Bir kurum düşünün her yeni yapmaya çalıştığı şeyi veya geliştirmek istediği projeyi 3 yaşının altındaki girişimlerle denesin mesela. Böyle bir kültür bizde var mı; şu an yok. Ben İspanya’da ve Avrupa’da bunu gördüm. Bu konuda girişimcilerin daha fazla elinden tutuluyor oralarda. Hatta orada okuyan bir arkadaşım şöyle demişti. Orda bir şey denersen, iyi gitse de kötü gitse de sana ilk söylenen şey: “Helal olsun.” Eleştiriden önce böyle başlıyorlar konuşmaya. Bu da tabii ki çok cesaret verici bir tutum. Biz de maalesef bu taraf da eksik. Diğer taraftan baktığımız zaman da çoğu ülkeye, özellikle Doğu Avrupa ülkelerine göre çok şanslıyız, çünkü kendi pazarımız çok büyük. Ürünü deneyebilmemiz için kendi pazarımız son derece yeterli. O bakımdan şanslıyız.
Yeni imkanlar ve yatırım modelleriyle girişimciliğin “demokratikleştiğinden” bahsedebiliriz. Özellikle Türkiye için çok önemli bir gelişme. Farklı sınıflardan, yaşlardan ve statülerden insanlar girişimci olabiliyor, imkanlar, yardımlar ve destekler çoğaldı. Bu alanın daha çok ulaşılabilir olmasının avantajları ve dezavantajları var mıdır? Neler olabilir?
Bunun avantajı şu bence, emekleyen bir startup daha çabuk yatırım bulabiliyor. Diğer taraftan da bakalım, internette de çok kaynak var. Bir çok event düzenleniyor. “Startup nedir”den tutun da “nasıl olmalıdır”a kadar pek çok sorunun cevaplandığı, etkinliklerde merak ettiklerinizi öğrenebilirsiniz. Bu ortamı arayan buluyor.İnsanlar yatırımcılıktan para kazanıldığını görüyor, bir sürü fon kuruluyorlar. Bunu gören girişimci sayısı da artıyor ve artacak da. Girişimci sayısı artıkça mevcut fonlar daha fazla kazanmaya başlayacak belki. Dolayısıyla yeni fonlar da gelecek. Bu ekosistem el ele vererek büyüyecek sonuçta.
GBA’nın bu anlamındaki misyonu ve duruşu nedir? Nasıl bir şey var aklında GBA’nın geleceği ile ilgili.
GBA kararlı bir misyonla yola çıkmış bir ağ. Türkiye’nin başarılı girişimlerini ve kendi kurumlarında fark yaratmış profesyonel yöneticileri bir araya getirip burada Türkiye’den çıkarabiliyorsak bir unicorn çıkartmayı hayal ediyoruz. Elbette bu sembolik bir hedef. Unicorn belki 3 sene sonra konu bile olmayabilir ama demeye çalıştığımız burada hem melek yatırımcı kültürünü Türkiye’de oturtmak hem de karşımıza gelecek olan startup’ları da mümkün olduğunca eğitmek. Misyonumuz bu. 2011’de bu ekosistemin ilk paydaşlarından biri olurken de “bu ekosistem gelişmeli, neden gelişmesin ki, biz yaptık, diğerleri niye yapmasın ki” mantığıyla yola çıkmış bir kurumuz. Bu taşıdığımız bayrak bence çok anlamlı. Girişimcilerden biri çıkıp başarı hikayesinde GBA’dan bahsederse bence bunun tatmini hepimiz için paha biçilmez olur.
GBA’nın sağladığı mentorluk ve eğitimlerden bahsettin, nedir bunlar?
Bunu iki anlamda söylüyorum. Bir, bizden yatırım alan kişilere “bak bir sonraki round’da yatırım almak için şunları yapmalısın”, şeklinde mentorluk eğitimleri. İkincisi bizim “Mentor Clinic” dediğimiz program. Türkiye’nin önde gelen mentorlerini bir salona topluyoruz, tüm gün boyunca girişimci adayları kendi fikirlerini anlatabiliyorlar ve mentor’lardan geribildirim alabiliyorlar. Bunun haricinde “GBA Ready Set Startup” adını verdiğimiz, insanların vizyonlarını açabilecekleri, ücretsiz dersler sağlıyoruz.
Melek yatırımcılar Türk girişimcilik ekosistemine nasıl bir etki sağlıyor? İnsanlara ulaşabiliyor mu bu kavram? Herkesin bilmesi gerekiyor mu mesela?
Bence herkesin bilmesi gerekiyor bir bakıma. Çünkü dünyadaki gelecek bu yönde artık. Devlet mekanizması git gide zayıflıyor dünyada. Yeni istihdamı yaratacak şirketler startup’lardan çıkacak. Büyük şirketler artık verimlilik dönemlerini yaşıyorlar. Kendi mevcut personel sayılarını azaltmaya çalışıyorlar. Diğer taraftan yeni doğacak ve daha fazla kişiyi istihdam edecek startup’lara ihtiyaç var. Bu startup’ların birileri ellerinden tutmalı. Bunlar bir şekilde başarılı olmalı. Melek yatırımcılar bunu gururla yapıyorlar. Ondan sonra kitlesel fonlamaya ihtiyaç duyacağız. Herkes yatırımların ufak bir kısmını küçük şirketlere yapmak isteyecek ya tutarsa mantığıyla. Dolayısıyla kültür olarak bir noktadan sonra yeni bir şirket çıkmış, acaba nasıl gidecek bu şirket diye konuşuyor olacağız diye düşünüyorum.
Peki bunu gerçekleştirebilmek için medyanın neler yapması gerekiyor, örneğin medya daha fazla mı sorumluluk almalı? Ne düşünüyorsun bu kavramın daha ulaşılabilir olması için?
Görüyoruz medyada zaman zaman, bununla ilgili programlar var. Gazetelerde tam sayfa yatırım haberleri var artık. Medya bu konuları sıcak tutmaya çalışıyor. Daha fazla kitleye yayılması için belki her gazetede olmalı ama şöyle de bir şey var bu da trend gibi. Ben insanları zorlamaktan çok bu işin doğasıyla gelişmesi gerektiğine inanıyorum. Biz ekosistem olarak, çok hızlı ilerleyemediğimiz için medyada yeterince yer bulamıyoruz diye hissediyorum. Mesela Yemek Sepeti gibi 4 tane daha girişim ard arda satılsa, bu medyanın dikkatini çekerdi. Medyaya da yüklenmek şu aşamada pek mantıklı değil.